|
KIRIM TATAR KÜLTÜRÜNÜN YAĞMALANMASI (*)
Yazan: Prof. Dr. Valeriy VOZGRİN Türk. Çev.: Doç. Dr. Hakan KIRIMLI
Kitabın ne demek olduğunu herkes bilir. Bir kültür fenomeni olarak kitabın çağlar içindeki rolü de iyice araştırılmıştır ki, dünya medeniyeti tarihinde kitap kadar rol oynamış diğer bir unsur bulmak zordur. Bunun aksi olan hal, yani kitapsızlık ise pek az araştırılmıştır. Şüphesiz bu durum olağanüstü derecede nadirdir. Atalarının yazılı mirası olan kitaplardan tamamıyla mahrum edilmiş çağdaş bir halk gösterebilmek kolay değildir. Buna en sert istilâcılar veya namlı sömürgeciler dahi el uzatmamışlardır. Engizisyoncular ve faşistler kitap yakmışlarsa da, bunu toptan değil seçerek yapmışlardır.
Bununla birlikte, bizim tarihimiz yazıya dökülmüş sözün tamamıyla imha edildiği vakaları bilmektedir. Rusya tarafından istilâ edilmiş olan Kırım'da, 1830 yılında, yazma ve basma bütün kitaplar yakıldı. Bu sıradan olmayan fiilin gayet açık bir amacı vardı. O devir için azamî ölçüde açık olan Kırım Tatar toplumu Rus toplumundan temelde farklıydı. En eski zamanlardan itibaren Kırım'da hiç bir zaman ne toprak köleliği (serflik) ne aşılamaz sosyal engeller, ne kapalı sınırlar, ne de etnik-dinî ayırımcılık olmamıştı. Geniş kültür değişmesinin başlangıcına kadar, hür insanlar ülkesinin bu gelenekleri ve adetleri, serflik imparatorluğu olan Rusya'nın küflü dünyasına tesir edememişti. Ancak bunlar o kadar sebatkâr ve o kadar caziptiler ki, gelecekte böyle bir tesir kaçınılmazdı. Sankt Petersburg'dakiler ise, kendi rahatlan için Kırımlıları uzaklara sürmenin, yok etmenin veya onları mankurtlara çevirmenin gerekli olduğunu anlamışlardı. Bunlardan sonuncu yolun daha ziyade tercih edildiği görülür; Tavrida'daki (1) Rus serfleri buraya alışamamışlardı, ancak ne olursa olsun istilâ edilmiş toprağı işlemek için birilerinin bulunması gerekliydi. Bu sebepten de, mankurtlaştırmaya, ya da Ruslaştırmaya yönelik bir sıra tedbir alındı: Yerli intelligentsiyanın sürülmesi ve maddî kültür abidelerinin imha edilmesi. Buna dinî kültür varlıklarının yok edilmesi de dahildi ki, bu Kırım'da bilfiil kitapların yakılması manâsına geliyordu.Bunların Rus kültür politikasının tesadüfi bir istisnası olduğunu sanmıyorum. Aradan bir asır geçtikten sonra, 1929'da, bu uygulama tekrarlandı. Bolşevikler bu uygulamayı, şahıslardan ve kütüphanelerden el-yazmalarının ve kitapların önceden müsadere edilmesi de dahil aynen kopya ettiler. Yegâne fark işin bahanesindeydi: Gerici-milliyetçi eski Arap esaslı Kırım Tatar alfabesinden ilerici Latin alfabesine geçilmesi.
Bunu 18 Mayıs 1944 sürgünü takip etti. Sürgünde insanlara hazırlanmaları için 15 dakika verilmişti ve münferit ailelerin ellerinde kalabilmiş eski kitaplar da alınamadı. Halk muhakemesiz bir surette sürüldü ve daimî olarak haklarından mahrum edildi ki, mahrum bırakıldıkları bu haklar arasında hareket etme hürriyeti ve yerleştirildikleri rezervasyonlar haricinde yaşama yerini seçme hürriyeti gibi temel haklar da vardı.
Kırım'da yerli halkın yerini alan Slav dilli göçmenler için yerli kültür gelenekleri tabiatıyla Tatarların verdiği değeri vermiyorlardı. Bu bakımdan, 1970'li yıllarda Bahçesaray'daki Hansaray müzesi deposunda mucizevî bir şekilde muhafaza olunmuş 300'ü aşkın (IX.-XIX. yüzyıllara ait) elyazması ve kitap keşfedildiği ve bunları Rusya'ya götürmeye karar verildiği zaman Kırım'da hiç kimse bunu protesto etmedi.
Bu koleksiyon (buna Bahçesaray kütüphanesi denilmektedir) daimî muhafaza için Leningrad Halk Kütüphanesi'ne verildi. Bugüne kadar da burada bulunan bu koleksiyon ne âlimlerin ilgisini çekmekte, ne de yarımadanın şimdiki idaresinde bunları eski ülkesine geri getirme arzusu uyandırmaktadır.
Bununla birlikte, son 2-3 yıl içinde Bağımsız Devletler Topluluğu'nun güneyinde, bizim devletimizin felâketlerini bilenler için çok olumlu ve
Neva kıyılarından ise farkedilmeyen bir değişiklik oldu: Kırım'ın yerli halkı, daha doğrusu onların büyük kısmı vatanlarına geri döndü. Kırım Tatar basınında ise, yalnızca Bahçesaray kütüphanesinin nakledilmesi hakkındaki 1976 tarihli karar ve muhafaza edilen 337 parçanın listesi değil, aynı zamanda bu koleksiyonun gerçek sahibine, yani Kırım Tatar halkına iadesi talebi de yayınlandı (Qırım [Akmescit], 29 Ekim 1994).
Suç silsilesinin kısaca hikâyesi böyledir. Ne var ki, bugüne dönecek olursak, her şeyden önce bu talebin yerine getirilebilmesi hususunun gerçekçi olup olmadığı sorusunu sormamız gerekir (kanunî açıdan bu hususta şüphe yoktur, bu konu gayet açıktır). Son yıllardaki bazı tecrübeler (Lenin Kütüphanesi tarafından Hasidik Yahudi kitaplarının teslimi, müze ve kütüphanelerimizdeki ganimet eserlerin iadesi hakkındaki görüşmeler) bir taraftan benzer uygulamaların zorluğunu ortaya koyarken, diğer taraftan da bunların pekâlâ mümkün olabileceğini göstermektedir.
Kendimize şu ikinci soruyu da soralım: Büyük ve muhtelif olan bu zorluklar onların aşılmasından doğacak faydalarla kıyaslanabilir mi? İşte kitapsızlık meselesine tekrar göz atmamız gerekiyor. Kırım Tatar halkı bugün esasında kitapsız bırakılmıştır (savaş sonrası sürgün döneminde yayınlanan bir kaç yüz yayın hesaba alınmamıştır). Elbette ki, mukayeseler daima kusurludur ancak, Rus halkı bütün kitaplarından değil de, sadece XIX. yüzyıldaki yalnızca nesir ve nazım eserlerinden mahrum edilmiş olsaydı ne olacağını kendimize soralım. İnsanın aklı başından gider. Kırım Tatarlarının ellerinden ise, tekrar ediyorum, her şey alındı; onlar sürgünden elleri boş olarak boş bir yere dönüyorlar. Onlar, kurulduğu yıllarda İsrail'in içinde bulunduğu durumdan çok daha kötü bir haldedirler; o zaman İsrail'de aceleyle kütüphaneler kuruluyordu ki, birleşik bir devletin Yahudi kültürü ancak onlar üzerine inşa edilebilirdi.
Bu bakımdan, Bahçesaray kütüphanesi yok edilmiş bir etnokültürden geriye kalan son değer olarak eşsizdir. Zira Kırım Tatar halkının mimarî ve diğer abideleri yerle bir edilmiş, eski mimarlığını yansıtan mahalleleri bütünüyle yıkılmış, mezarlıklarındaki ve kale duvarlarındaki taşları kaldırım taşı olarak kullanılmış, tarihî yer isimleri Rusçalarıyla değiştirilmiş, hattâ dilleri dahi vatandan mahrumiyetin acısının yaşandığı yıllarda bozulmaya maruz kalmıştır. İşte bundan dolayı Bahçesaray kütüphanesi eşsizdir. Bu kütüphanede Kırım şair ve yazarlarının eserleri (ki çoğunluğu kurtulabilmiş yegâne nüshalardır), Kırım tarihine, felsefeye, etnografyaya, hukuka, tıbba, sanata, coğrafyaya ve mimarîye ait eserler yer almaktadır. Böylelikle, bu eski bir halkın adetâ ansiklopedik bir bütün halinde, cam tarihî bir suretidir. Bu suret üç yüz cilde sığdırılmış binlerce yıllık manevî tecrübenin söze nakşolunmuş halidir. Kısacası, bu eski sürgünlerin dünya yüzünden kaybolmanın eşiğine gelen kültürlerini üzerinde yeniden inşa edecekleri temeldir.
Yarısı yok edilmiş, yarısı da çalınmış bir kültürü nasıl ihya etmek mümkün olabilir? Bu hiç de kolay bir iş değildir. Kültürü geliştirmek, zenginleştirmek mümkündür, lâkin ancak mevcut olan bir şeyi geliştirebilirsiniz. Olmayan bir şeyden hiç bir şey çıkmaz, sıfırı kaçla çarparsanız çarpın sonuç yine sıfırdır. Kırım Tatarlarının millî kültürlerinin mukaddes varlıklarını ne pahasına olursa olsun geri almayı başarma yolundaki katı kararlılıklarını eleştirmek yanlıştır. Onların başka çareleri olmadığı aşikârdır.
Bunun nasıl somut olarak gerçekleştirileceği sorusu önümüzde durmaktadır. Kırım Tatar Millî Meclisi temsilcilerinin eski Halk Kütüphanesi, şimdiki Millî Kütüphane müdürüyle olan ilk görüşmeleri semeresiz kaldı. Ne beklenilebilirdi ki? Dünyanın her yerinde kütüphaneler kolaylıkla kitap alırlar, ama kitaplarından son derece zorlukla vazgeçerler. Hal böyleyken, müdürün muhataplarını Kırımlıların taleplerinin boş ve faydasız olduğuna ikna etmeye çalışacağı açıktır. Bu da başka misaller ve mukayeseler göstermek yoluyla yapılmıştır. Meselâ, İngiliz müzelerinde ebedî olarak yatmakta olan Hindistan devlet belgeleri ve başkaları hatırlatılmıştır (Sanki İngilizler bizzat Hint kültürünü tamamen yok ettikten sonra bu eski sömürgelerindeki bütün kitapları toplayıp götürmüşler gibi!). Rusya Kültür Bakanlığı ile görüşmelere başlamak teklifine ise, Millî Kütüphane'nin bakanlığının buna yetkisi olmadığı ve ancak bizzat Cumhurbaşkanı'nın böyle bir emri verebileceği yolunda uzmanca olduğu anlaşılan bir karşılık verildi.
Görüşme konusunun böyle bir mecraya girmesi en yüksek takdiri gerektirmektedir: Boris Nikolayeviç Yeltsin'in en karmaşık meseleler hakkında çabuk ve en önemlisi hatasız kararları alma yönündeki parlak kabiliyeti bugün sadece bizce değil, bütün dünyaca bilinmektedir. Bilhassa eski Sovyetler Birliği'nin sınır bölgeleri hakkındaki kararları... Esasen Bahçesaray kütüphanesi hakkında kimin karar vereceği artık o kadar önemli değildir. Ancak karar verecek bu şahıs Kırım koleksiyonunun şimdiki sahibi ve onu elinde tutan Millî Kütüphane'nin, dolayısıyla da Rus halkının fikrini öğrenseydi iyi olurdu. Bu yazı da zaten şu amaçla kaleme alınmıştır. Son olarak bir tartışmaya daha girmek istiyorum.
Qırım gazetesindeki adı geçen makalede, Bahçesaray kütüphanesinin taşınması uygulaması soygunculuk olarak nitelendirilmiştir. Bu aslında tam doğru değildir. Zira, soygun güç kullanılarak yapılır ve şu veya bu şekilde mukavemetle karşılaştığı akla gelir. Halbuki, Kırım'ın değerleri kaçırıldığı sırada oranın halkı sürgündeydi; zaten her şeyi gasp edilmiş bir mahkûmu soymak söz konusu olamayacağı gibi, burada da bir soygun yapmak mümkün değildi. Aynı şekilde, Almanya'ya karşı kazanılan zafer neticesinde Millî Kütüphane'ye düşen malzeme için kullanılan savaş ganimeti tabiri de bu durum için pek uygun değildir.
Bu tabirin uygun olmayışı Kırım'da bir savaşın cereyan etmemiş oluşundan değildir. Büyük imparatorluğun küçük Kırım Tatar halkına karşı savaşı yüzyıllarca sürmüşse de, 1976'da bu savaş Kremlin'in parlak zaferiyle çoktan sonuçlanmış durumdaydı. İşte bu galiplerin uyguladığı soykırım ve sürgün Kırım'ın yerli halkının hemen hemen yarısının hayatına mal olmuştu. Bu bakımdan, sadece sahipsiz kalan mülkün sahiplenilmesi, yani her ne kadar askerlik kaidelerine uymasa da savaşlarda sıkça rastlanan yağmacılık şeklindeki bu savaş hareketlerinin tamamlanması söz konusu olabilir.
Bu suçun her iki taraf, yani Kırım ve Rusya, açısından önemine gelince, bunu klasik bir tarzda ifade edersek, manâsız olduğu kadar da acımasız bir cürümdür.
Rusyalılar için bu yağmacılık manasızdır, çünkü Bahçesaray kütüphanesi bizde kimseye gerekli değildir. Rusya'da Kırım Tatarlarının geçmişiyle meşgul olan tek bir kurum, tek bir âlim yoktur. Rusya'daki tarih araştırmalarında daha az ilgi çeken bir ikinci konu mevcut değildir. Eğer ki Kırım'ın ortaçağdaki tarihi hakkında malûmatın gerektiği bir durum ortaya çıkarsa, bunlar Halk Kütüphanesi'nin elyazmaları bölümünde bugün bile (fotokopi halinde) kolayca bulunabilir. İşte çözüm yolu budur. Kırım Tatarları için ise, kitapların kopyalan yeterli değildir; çünkü onlar bu koleksiyonu haklı olarak sadece bilgi kaynağı olarak değil, aynı zamanda tam manâsıyla bütün millet için bir dinî hazine olarak da görüyorlar.
Bu yağmacılığın acımasızlığı o kadar aşikârdır ki, insanın içinden şöyle haykırmak geliyor: Kardeşler, insaf buyurunuz, zaten Kırım Tatarlarının ellerinden atalarının mezarlarına kadar her şeylerini aldık; yarım asırdır onlar sayemizde inim inim inliyorlar, öyle ki, son kırıntıyı dahi onlara bırakmıyoruz! Elbette bu safça ve yararsız bir çığlıktır. Bilhassa da, önceden olduğu gibi yine insanların ve kitapların kaderini tayin eden eski kılıç taşıyanlar tarîkati(2) mensupları için. Bu eğilmez öncülerde bizden olmayanlara karşı aman vermezlik duygusu bir içgüdü halindedir. Onlardan, hele Kırım Tatarlarına karşı, alicenaplık beklemek olacak iş değildir.
Bahçesaray kütüphanesinin taşınması meselesinin başlı başına dikkate değer bir tarafı da bunun ancak bugün, yani üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra, açığa çıkmasıdır. Bununla bağlı olarak, gayet uzun bir süre sükûtla geçiştirilmiş bir. mesele ortaya çıkmaktadır ki, bu da Rusya halkının, yani bizim ve sizin, devletin işlemiş olduğu suça iştiraki meselesidir. Bahçesaray kütüphanesinin müsaderesi geniş vatansever kitlelerin iştirakini gerektirmiyordu; bu ne Stalin devrinde milletlerin sürgün edilmesiydi, ne Afganistan'dı, ne de Çeçenistan'dı. Bu iş gizlice yapılmıştı ve bizlerin varlığından bile haberimiz olmayan Kırım koleksiyonu hususunda suçumuz olamaz. Böylece vicdanımız da rahat edebilir!
Daha doğrusu, rahat edebilirdi. Ta ki bunlardan haberdar olana kadar. Tabiî şimdi de mesuliyetten kaçmak mümkündür: Bizler nakil emrini imzalamadık, bunu (eğer hayatta iseler) ilgili memurlara sormalıdır, diyebiliriz. Bu görüş rahatlatıcı gelse bile yegâne cevap değildir; bunun alternatifi de mevcuttur. O ise, yalnızca suçun işlenmesinin değil, aynı zamanda onun kayıtsız şahitlerinin şuurlu bir şekilde işe müdahale etmemesinin de mesuliyeti mucip olduğudur. Suçun ortadan kaldırılmasının (ki bu suç halen devam etmektedir!) bize getireceği hiç bir zarar yoktur. Ancak hiç bir şey yapmadan oturmamız suça iştirak etmektir, zira Millî Kütüphane başkasının değil, bizimdir.
İşte, kıymetli Sankt Petersburglu hemşehrilerim, Rusya'nın diğer şehirlerinden saygıdeğer vatandaşlarım, mümkünse ortaya koyalım, yağmacıların yanında mıyız, yoksa onlara karşı mıyız?
Bahçesaray Kütüphanesi Kırım'ın Yerli Halkına iade Edilsin kampanyasının başarısı sizlerin, sadece sizlerin cevabına bağlıdır (İdare kendi sözünü zaten söylemiştir). Sankt Petersburglular her Pazar günü saat 13.00'de Kazan Katedrali'nin girişinde Boris N. Yeltsin'e hitaben yazılan dilekçenin altına imzalarını atabilirler.
EMEL DERGİSİ-Kırım Tatar Kültürünün Yağmalanması, Temmuz-Ağustos (1995) Sayı:209
(*) Rusça aslından tercüme ettiğimiz bu makalenin aslı Akmescit'de yayınlanan Golos Krıma gazetesinin 7 Temmuz 1995 tarihli ve 27 (86) numaralı nüshasında derc olunmuştur (Çevirenin notu).
_______________________
(1) Tavrida guberniyası: Rusların Kırım'ı işgalinden sonra tesis edilen ve içinde Kırım'ın da yer aldığı vilâyet (Çevirenin notu). (2) KGB (Çevirenin notu).
|
|